2 Ekim 2011 Pazar

Ugur / Selanik-İpsala ve SON

Akşamüstü Yunanistan’ dayız.  Kısa bir yolalışın ardından da Selanik.

            Denize girmek ve duş alabilmek için kamp yeri bakmayı kararlaştırdık. Şehrin dışına çıkıyoruz orada da ne yazık ki bulamadık. Bulduğumuz yerler ya sezon itibari ile kapalı yada tamamen kapanmış oluyor. Biz de daha fazla yorulmamak ve zaman kaybetmemek için Bu sefer de hotel yada oda kiralamayı düşünüyoruz. Hesaplı bir şekilde 2 oda kiraladık birinde Olcay diğerinde ikimiz kaldık. Basit bir akşam yemeğinin ardından odalara çekildi herkes.
Gece deniz pek hoşuma gitmediği daha doğrusu temiz bulmadığım için denize girmekten vazgeçtim. Sabah olunca Bahti ile Olcay şanslarını denediler ama denizin dalgalı ve bulanık oluşu onları da vazgeçirdi. Çıkışın ardından önce şehre inildi. Siyah-beyaz renklere sevdalı dostumuz ‘’ Paçacı Kriyakos ‘’ un dükkanına uğruyor ve midemizi karışık bol sirke ve sarımsaklı sakatat çorbası ile  şenlendiriyoruz. (Ağzımın suyu her aklıma geldikçe sulanıyor)
Ardından yola koyulduk hurdacı aramak için. Bulduğumuz eleman ile anlaşılamadı. Kaldı ki bir iki parça bişey alınacaktı ama fahiş fiyatları yüzünden eli sıkılıp ayrılındı. İlk durak Kavala. Bu arada, yolda Frappe içmek için kendisiyle konuştuğum kadının niye bana Yok, Bahti’ye Var dediğini anlamakta zorlanıyorum...!!!   Kavala’nın ardından Alexandropoli... Burada Olcayla ben inip nefis deniz ürünlerini, yunan salatası ve kabak kızartması eşliğinde silip süpürüyoruz. Ve son dönemeç: 22.30 sularında İpsala’dan giriş.       

              Tam tahmin ettiğimiz ve planladığımız gibi 15 günde tur tamamlanıyor. Yorgun ama bir o kadar mutluyuz yollarda olmanın, vakit geçirmenin, izler sürüp yeni yerler görmenin ve insanlar tanımanın verdiği  birikim ile biraz daha göz ve gönlümüzün açıldığını hissediyoruz. Mamafih küçük sıkıntılar, stresler olmadı değil bu yaşanan onca süre içinde, bu bir YOL hikayesi olduğuna göre olması gerekirdi zaten. Geriye hatırlanacak olan cepleri silkelediğimizede dökülecek olan güzel anılar ve birçok kişinin kolay kolay gerçekleştiremeyeceği bir ‘’Çılgınlık’’ kalacak.

Teşekkürler:
                       Bizi sorunsuz getirip götüren 1969 model İhtiyar’a...
                       Bizi gördüklerinde gülümseyip, el sallayıp, fotoğrafımızı çeken aracı ne olursa olsun yolda bizi sollayan insanlara...
                        Yolda bizlere eşlik eden bisiklet sürücülerine...
                        Tanıştığımız ve tanıdığımız yeni dostlarımıza...
                        İstanbul Arzu Oto’nun mükemmel dost ekibine ve Ankara Hüseyin Usta’ya...
                        Desteğini eksik etmeyen ailelerimize ve arkadaşlarımıza...
                        Yolda bizlere eşilk eden yüzlerce müzisyene ama yerine göre cuk diye oturan özellikle Rashit, Kudret Kurtcebe, Gökalp Baykal, Gökhan Semiz ,Mansur Ark, Barış Manço’ya , Amy (RIP), 16 Horsepower, Dylan, Johnny Cash, John Denver, Rammstein, Skyclad, Grand Magus, Onkel Tom, Quilapayun ve  İnti İllimani ‘ye...
                        ESAS olarak da bu kaçamağı birlikte yaptığımız ve kendi adıma onlarla bu yola düşmüş olmaktan mutluluk duyduğum dostlarım YolDAŞ larım hayali, ekmeği, suyu, birayı paylaştığım Bahiyar ve Olcay’ a ve bu şansı bizlere sunan Hayat'a              
                                                                                    TEŞEKKÜRLER....
                       
               
                        
                        
        

Ugur / Pardubice-Viyana-Sırbistan

               Prag’dan öğleden sonra 15.00 gibi ayrılıp, Bahtiyar’ın Erasmus programı ile 6 ay eğitim alıp yaşadığı Pardubice’ ye doğru yol alıyoruz. Birkaç saat sonra kasabadayız. İlk göze çarpan, insanların forma ve atkılarını üzerlerine geçirip buz hokeyi maçına gruplar halinde gidişleri oluyor.
Önce üniversiteye uğranıyor. Bahtiyar’ı burada fotoğrafladıktan sonra şehirde biraz tur attıktan sonra  Tesco alışveriş merkezinden bişeyler alıyoruz. Burada kendimi ‘’ Lost in Translation ‘’ daki Bill Murray kafası olarak addediyorum. İngilizce bilmeyen ve matematik hesabı yapamayan kasiyerlerle uğraşmak zorluyor beni. En son olarak da Bahti’nin methettiği pizzacıya uğruyoruz aç karınlarımızı doyurmaya. Gerçekten çok lezzetli 65 cm çapında pizzaları kıvırıyoruz. İnternet bağlantısı benim için sorun oluyor bir türlü bağlanamıyorum. Bosnalı olan sahibi benim için çok uğraşıyor ama nafile. Ben de garsondan rica edip yan kafenin şifresini öğrenmesini istiyorum. Bu işi çözüyoruz. Yaklaşık 2.5 saat kadar burada oyalanıyoruz. Çıkmadan Olcay’ın arkadaşı Mine’ ye küçük bir sürpriz yolluyoruz uzaklardan.
            Yoldayız...
Navigator bizimle dalga geçmeye devam ediyor. Önce 20 km kadar götürüp ardından yine Pardubice yoluna sokuyor bizi. Biz de bu davranış karşısında kendisini kısa süreliğine kapatıp tabelalardan  ve elimizdeki haritadan ilerlemeye başlıyoruz. Başta zorlansak da sonra işler rayına giriyor. İlerleyen saatlere kadar yol almaya devam ediyoruz. Orkun ile haberleşmiş idik. navigatör’e rağmen ( bu arada Bahti kendisine yine bir şiir düzdü ) 03.00 gibi Viyana’ya ulaşabildik. Birkaç gün sonra tekrar duş almak gevşetiyor bizleri. Musluk ayarlarını bilemediğimden direkt Alplerden gelen ve içilebilen ‘’ Demir ‘’ gibi su eşkimi açıyor başta. Muhabbet-hoş-beş derken 06.00 gibi yatıp 09.00 da uaynıyoruz. Karavanın yanına gidip bu sefer de Orkan için uzaklardan bir sürpriz yolluyoruz.
Sanırsam 16. Bölge. Türk mahallesi. Kahvaltı için oraya gitmeyi teklif ediyor Orkun. ‘’ Börek ’’ deyince tav oluyoruz. Karavanı gören birçok gurbetçi yanımıza gelip fotoğraf çektiriyor... İçlerinden bir tanesi ‘’ Fotoğraf çekelim de biraz gururlanalım ‘’ diyor. Neye gururlanacağını anlamıyoruz ama ??!!  Kahvaltı ertesi kısa bir mahalle turunun akabinde *Ring’ de kısa bir tura çıkıyoruz (* şehri çevreleyen ilk sur dizisi ) park sonrası ilk köşeyi döndüğümüzde büyük bir oyuncakçı görüyoruz. Tahta-metal oyuncaklardan yüzlerce Euroluk Tren setlerine kadar oldukça zengin bir yer burası. Kendimize çok güzel maketler bulup aldıktan sonra geziye devam ediliyor. Bu arada AVD ve anti-End den dostumuz Berk ile karşılaştık. Dünya küçük zira. Kısa bir sohbet ettik ve vedalaştık. Fotoğraf çekimi ve kahve molasının ardından Orkun’ la vedalaşıp  Viyana’dan voltamızı alıyoruz.
                Haritayı tekrar açıp güzergahı kontrol etmeye başlıyoruz. Özellikle Olcay, Sırbistana girmekte imtina ediyor. Benzer şeyleri Romanya ve Bulgaristan için duyduğunu biliyorum ( Ben o kadar karamsar değilim, gündüz alınan yolda bu derece sıkıntı olacağını düşünmüyorum ). Tekrar yapılan hesaplamalardan sonra Hırvatistan rotasını iptal edip, durmamacasına Sırbistan’ı geçip Makedonya üstünden Yunanistan’a ulaşmayı hedefliyoruz. 
Gece 03.00 gibi Sırbistan’dayız. 05.00  Belgrad. Bahtiyar arkada, Olcay yan koltukta kestiriyor. Yollar oldukça ıssız ve karanlık. Sabah 08.00 gibi Bahtiye veriyorum direksiyonu uykusuzluğa daha fazla direnç göstermeden.
 Öğle saatlerinde sınırı geçiyoruz ve Makedonya’dayız...
Bana kalırsa yolculuğun en silik saatleri. Bir umutla ‘’ Tarih fotoğraflamak ‘’ üzere bu ülkeye giriyoruz. Ama öyle birşey yok. Biraz dağ tepe biraz da özel bir firmanın Tayyip Erdoğan için yaptırdığı billboardları fotoğraflayabiliyoruz ancak. Biraz alışverişin ardından yola devam kararı alıyoruz. Bu ülkeye bir yatırımı olduğu anlaşılıyor Türkiye’nin. Oldukça fazla firma nereye baksan gözüne çarpıyor. Eklemeden geçemeyeceğim: Bahti heralde direksiyonda kalma rekorunu kırdı bu gün içinde...
Akşamüstü Yunanistan...
 

olcay / 30 eylül

Deniz kıyısı bir kasabada olduğumuzdan bunu sabah erken değerlendirmek istiyorum ama deniz kıyısı çok üşütecek derecede serin. Deniz sabah erken olmasına rağmen dalgadan bulanmış. Bu hava hevesimi kaçırıyor. Bugün songünümüz. Toparlanıp Selanik' e doğru alışveriş ve yemek için yol çıkıyruz. Yarım saat içinde merkezdeyiz ve tüm gezimiz boyunca bize sıkıntı yaratan otoparkı son kez arıyoruz. Uğur ve ben soluğu hemen çorbacıda alıyoruz. Adam şaşkın, birer tabak karışık muteşem paça işkembe çorbasını indiriyoruz. Resim de çekildikten sonra, Bahtiyar' ın oturduğu restorana gidip, Bahtiyar'ın yediğinden biz de söylüyoruz kendimize. Geziden önce bıraktığım diyet arası bölümümün bugün son günü. Dolayısıyla İstanbul' a varmadan da tadacam çok şey var önümde. İstanbul' a 7-8 saatlik yolumuz var ama aracımız için yolda bulacağımız hurcacılara da uğramak istiyoruz. Bunun için otoyoldan çıkıp kasabalardan ilerlememiz gerekiyor. Vakit kaybediyoruz ama gezimiz boyunca hep konuştuğumuz hayal ettiğimiz ne parçacıları görebildik ne de hurdacılara rastlayabildik. Bahtiyar bu durumdan oldukça sıkılmış durumda, benim çokta kaygım yok. Uğur ve ben önce kasabalar arasında ilerlerken, Bahtiyar bilgisarlara, fotograf makineleri ve kameradaki resim ve görüntüleri aktarmaya çalışıyor. Yol üzerinde bulduğumuz tek hurdacıya giriyoruz. Sahibi yok ama yan komşusu bizi hurdacıyla buluşturuyor kısa sürede. Bahçede 20-25 yıldır yatan T2b panelvan var. İstediğimiz parçaları söylüyoruz. Adam bizimkileri aratmayacak derecede çakalın teki çıktı. 3-4 parçaya 200 eur istiyor. Yok klasik araba, yok ebay de ilan versem palavlarına ve yaptığı 50 eur'luk indirime tutumu yüzünden vaz geçiyoruz. Bahtiyar varelim diyor ama adamın tavrı benim en uyuz olduğum durumlardan biri. Arabamıza binip yolumuza devam ediyoruz. Selanik'ten sonra ara yollara girdiğimizden çok vakit kaybettik. Aleksandropoli' ye vardığımızda gece olmuştu bile. Geçen yıl buraya geldiğimizde uğradığımız tavernayı aradım fakat kapalıydı. Yakın yerdeki başka bir restorana otoruyoruz. Bahtiyar arabanın içinde bilgisayar başında. Uğur'la birlikte son yemeğimizi keyifle birlikte bitiriyoruz. Sınıra yaklaştıkça artık gezimizinde sona yaklaştığı belli oluyor. Yunan tarafındaki mağazadan yüklüce alışverişten sonra biraz sıkıntığı Türk gümrüğüne yaklaşıyoruz. Neden korkuyorsak artık, 2-3 şişe fazladan alkollü içeceğimiz var sadece. Son konturol noktasındaki memur işini yaparken 2 kişi veteriner olduklarını ve bir aracın kendilerini Yunan tarafında beklediğini söylüyorlar. Bu karambolde memur prosedürü anlatmaya çalışırken bizide aradan çıkarıp gönderiyor. Bu kapı artık son durağımızdı. Hava serin ve evlerimize artık Birkaç saatlik yolumuz var. Çok yorgun ama mutluyum.

Bu kadar kısa zamanda 12 ülkeyi geçmek, Vatikan' ı da sayarsanız 13 ülke eder, her zaman imrendiğim yapmak isteğim birşeydi. Aslında kendi ülkemde yabancıları gördükçe içten içe kıskandığım, kendi kendime onlar yapabiliyorlarsa ben neden bunu beceremeyim dediğimi kısmende olsa gerçekleştirmiş durumdayım. Diğer taraftandan daha başlarda bu planımızı paylaştığımız insanlarda kuşku içindeydiler. Sanırım çoğu içlerinden, sersemlere bak hem vakitleri az hemde kullandıkları araç 40 yaşında bir külüstür dediklerine eminim. Evet, şimdi 40 küsür yaşında bir araçla 15 günde avrupaya gidip gelmiş bir sersemim. Sakın hiç kimse yakınlarda bir yere geziye giderken bir şey demesin, çok fena ukalalık yaparım. Artık domestik geziler beni hiç tatmin etmez.

olcay / 29 eylül


Sabaha doğru ilk önce direksiyona Uğur sonrasında Bahtiyar geçiyor. 8:30 gibi hem biraz dinlenmek hemde 2. bakımızı yapmak için bensin istasyonun duruyoruz. Kısa süre de sübap ve avans ayarlarını halleden Bahtiyar yine direksiyona geçiyor. Gündüz de Sırbistan' da yolmak çok enteresan değil. Yol üstü pek orman yok, yerleişm yerleride yeni olduğundan bizdeki gibi dışı tuğla kalmış sıvasız evler, binalar çok fazla. Otoyol Sırbistan'da da paralı, 3.50 euro, 11euro, 2 euro birkeç sefer alıyorlar. Otoyol sonrasında Makedonya' ya kadar yaklaşık 170 km'lik gidiş geliş yol var. Kötü bir yol değil fakat yerel trafik olduğundan pek hızlı olmuyor. Hava da artık iyice ısınmaya başladı. Yunanistan' a yaklaştığımızdan sabah şortlarımızı giydik bile. Üsküp'teyiz, sanki ülke akp tarafından ele geçirilmiş gibi; Hoş geldin başbakanımız billboardlarından, acıbadem, medikalpark, tav .. vs vs reklam tabelalarına kadar pek çok türk firması var. Şehirde bir kısım insanların kullandıkları araçlar yeni fakat yaşam hala eski. Öğleden sonra sıcak havada Selanik' e doğru tekrar yola koyuluyoruz. Sınır kapısından hemen önce Hürriyet oteli ve büyük bir kumarhane ilgimizi çekiyor. Akşam üzerine doğru Yunanistan sınırından da çok rahat geçiyoruz. Sınır bölgesi Yunan tarafında yolda gördüğümüz kumarhanenin lüks minibüsleride bekliyorlar. Viyana'dan çıktığımızdan beri doğru düzgün hiç durmadık ve artık Selanik'e yaklaştıkça yorgunluğun etkisi görlüyor. Artık Türkiye' saatindeyiz, Yunanlılar karanlık daha gelmeden önce çekilmişler. Ucuz bir marketten akşam için Birkaç yiyeek Bir şey aldıktan sonra Selanik merkezine doğru trafikte ilerliyoruz. 2 gündür aklımızda olan Paok taraftarı çorbacıya uğramak için sanırım arık geç oldu. Yaklaşık 1300 km'dir yolda olduğumuzdan artık bir an önce dinlenebileceğimiz en azından karavan kamping bulmamız gerekiyor. Artık yaz sezonu da bittiğinden, Selanik çevresindeki yazlık mekanlarda artık kapanmış durumdalar. Bir saatten faz arayıştan sonra kasaba içinde uygun fiyatlı temiz bir yer buluyoruz kendimize. Marketten aldıklarımızla hem biraz atıştırıyoruz hem de bir iki duble yanımızda taşıdığımız rakıdan içiyoruz hep birlikte. Artık günü yatakta kapamak istiyorum.

olcay / 28 eylül


Ve Viyana. Geceyi bu sefer ben karavanda geçirdim. Çocuklar Orkun' un evindeler. Toparlanıp hep birlikte merkeze doğru gidiyoruz. Kahvaltı etmemiz lazım. Özlemişizdir diye Orkun bizi Türk börekçisine götürüyor. Mecburen yiyoruz, bence vasat. Austurya malzemeleriyle su böreği çok bayağı. Bu arada günlerdi geçtiğimiz kentlerde kendim için berber bakıyorum. Bugün şansıma yan dükkan Türk berberi. Hemen girip kısa sürede saç sakal traşı oluyorum, çocuklar çevrede dolaşırken. Orkun' da uzun zamandır kent merkezine gitmediğini belitiyor gezeken. Haftaya sınavları varmış onada iyi gelecek dolaşmak. Viyana sokaklarında şoförlüğümüzü Orkun yapıyor. Ağzı kulaklarında, çünkü daha önce Viyana' da hiç vosvos kullanmamış. Yolda yine ilgi odağıyız, özellikle Türkler selam vermeden geçmiyorlar. İyi yolculuklar dilecen de çok. Orkun, şehirdeki önemli merkez ve yapıların bulunduğu yollarda bir tur attırdıktan sonra dolaşmak için park ediyor. Dolaşırken yine bu şehirde öğrenci arkadaşımız Berk' e tasadüfen rastlıyoruz. İşinden dönüyor, yorgun üstüne de sınavı varmış. Ayak üstü biraz lafladıktan sonra aracımızı bıraktığımız yere doğru yürüyoruz. Artık vaktimiz iyice daraldı, cuma günü İstanbul'da olmamız gerekiyor. Önümüzde daha Macaristan, Sırbistan, Makedonya ve Yunanistan var. Yaptığımız hesaba göre daha yaklaşım 2200 km yolumuz var. Budapeşte'ye vardığımızda akşam vakti. Bahtiyar üniversite arkadaşı Cihan'la haberleşiyor. Bu arada bu ülkede schengen ülkesi ama bunlarda ortak para birimine geçmemişler. 50 euro bozduruyoruz. Birşeyler yememiz gerekli, bu akşamda menümüz malum fastfoodçulardan biri Malesef. Budapeşte, gece muhteşem görünüyor. Nehrin her iki yakasındaki manzara ne Prag ne de Viyana'da yok. Ara sokaklar yine kasvetli, bir kısmı boş kullanılmayan binalar. Cihan'la buluştuğumuz sokaktaki bir binadan arya sesleri geliyor fakan şarkı bitince adam oradakiler bağırıyor. Hiç anlamıyoruz ama sanki azarlıyor oradakileri. Cihan' da birkaç ay öncesinle Budapeşte'te gelmiş Erasmus öğrenci. Bahtiyar' ı görünce sarılıp gözleri yaşarıyor. Son 2-3 saattir sinyal kolumuz da sorun var. Ne sola nesde sağa çalışıyor. Mekanik sorun. Durduğumuz yerde hem Cihan'la ayaküstü sohbet ediyoruz hemde bir yandan da Bahtiyar sinyal kolunu dağıtmış toplamaya çalışıyor. Mühim bir şey değilmiş. Kısa sürede sorunu halledip, yerine montajını yapıyor. Artık trafikte bizi sıkıntıya sokmayacak. Cihan ve Bahtiyar'ın resmini çektikten sonra vedalaşıp tekrar yola koyuluyoruz.Uzunca bir süre ben kullanacağım. Bahtiyar uyumak için arkaya geçti hatta rahat etmek için yatağı bile açtı. Önümüzde beni endişeye ve sıkıntıya sokan Sırbistan var. Aklımda çeşitli forumlarda hala bu ülkenin pek güvenli olmadığına dair okuduğum yazılar var. Ve biz Sırbistan' ı gece geçeceğiz Ayakkabılarım ayaklarımı çok sıktı. Kalabalık bir benzin istasyonu arıyorum ama bizi pek çok yerde sıkıntıya sokan navigasyonumuz bizi yine yoldan çıkarıp anlamsızca yeniden otoyola sokuyor. Yarım saatimiz boşa gitti resmen. Otoyola girince ilk benzin istasyonuna girip park ediyorum. Biraz dinlenmek için ayakkabılarımı da çıkarıp biraz uyumaya çalışıyorum. Dışarısı oldukça serin. Biraz şekerleme yapmak iyi geliyor ve devam ediyoruz. Macaristan çıkışındaki gümrük görevlisi oldukça sevimsiz, küçükcük kulübede 2 erkek memur daha var. pasaportlarımızın yanında ruhsatı da istiyor. Sırbistan gümrüğüne sıkılarak giriyoruz ama hiç sorusuz sualsiz ülkeye giriyoruz. Yol karanlık, Sırbistan' ı bir çırpıda geçip Makedonya' da kalmayı daha güvenli buluyoruz. Sonrası çok kolay, Yunanistan artık bildik yer.

olcay / 27 eylül

Her vosvosçunun rüyası Wolfsburg' u geride bırakırken, nasılsa daha sonra da gelebilirim diyerek kendimi avutuyorum. Sabah saatlerinde Prag' a giriyoruz. Bahtiyar, daha öncesinde Erasmus öğrencisi olduğundan Prag'ı iyi biliyor. Karavanımızı park edip, erken saatte dolaşmaya başlıyoruz. Bu kentte de sokaklar paralı maalesef. Artık Avrupa Birliği ülkesi olmalarına rağmen hala ortak para birimine geçememişler. Bunu en iyi kullananlar uyanık döviz büroları. Oldukça fahişi fiyatlardan döviz bozarak para kazanmaya çalışıyorlar sefil turistler üzerinde. Kentin yapısı ve çevresi itibariyle ağır bir havası var. Sabah hava güzel ama benim pek hoşuma gitmiyor bu kadar kasvetli hava ve dingin çevre. Bir meydanda kahvaltı için otoruyoruz, karşımızda astrolojik astronomik enerjisiz çalışan çok eski saat kulesi var ama kahvaltı diye getirdikleri çok vasat. Saat başı insanlar kule altında toplanmışlar saatin çalmasını bekliyorlar. Çaldığında hareket eden kuklaları ve kulenin gezilen kısmında 4 bir yana borazan çalan görevliler var. Sonrasın kende hakim tepede bulunan götik mimarili kaleye çıkıyoruz. Çıkışı yormuyor, çevrede kafeler ve hemen hepsinde aynı şeyler satılan hediyelik eşya dükkanları var. Bunlarda şehir isinlli çantalardan var, aynı model, aynı renkler; 1-2 saat içinde tekrar yola koyuluyoruz. Bahtiyarın üniversite öğrencisi olduğu Pardubice kenti yolu şehirden sonra keyfimi yerine getiriyor. Hava çok güzel, geçtiğimiz yeşil alanlar, ormanlar ve köyler daha güzel..Parubice' ye vardığımızda, Bahtiyar oldukça heyecanlandı. Burası üniverisite kampüsü, burası kaldığım yurt, şurası gittiğimiz bar restoran derken, neredeyse hepsinin önünde resimlerini çektik Bahtiyarın. Sonra arabayı bırakıp alışverişe çıkmak istedik. Çünkü bu kentten almak istediğimiz bir çeişt votka ve yüksek alkollü bir likor var. Büyük bir markette istediklerimiz hemen bulmak vaktimizide arttırıyor. Artık akşam olduğundan, biraz dinlenmek ve internet için gğzel bir meydanda bulunan pizza restoranına gidiyoruz. Bahtiyar buranında müdavimiymiş öğrenci olduğu zamanlarda. 60' ar santimlik 3 farklı çeşit pizza siparişi veriyoruz. Yanında da hep filmlerde görmüğümüz ünlü çek birası Budwiser var. Hem internetimiz var hem de keyfimiz. Facebook sayfamızda bizi başından beri takip eden çocukluk arkadaşım Mine, şu günlerde gördüğü tedavide bizden aldığı enerjiden bahsediyor. Bizde bulunduğumuz meydandan Mine'ye kçük bir resimle tüm enerjimizi gönderiyoruz. “we all love you mine”. Resmin hemen ardın yazdıkları bizi çok mutlu ediyor. Pardubize'den ayrıldıktan sonra yolumuz Brno kentine doğru. Geç vakitte Brno'yu geride bırakıp, Avusturya'ya geçiyoruz. Sınırdan sonra yollar, köyler hemen düzdeliyor. Bu arada yemekte Viyana' da öğrenci arkadaşımız Orkun' la Facebook üzerinden yazışmıştık. Bizi geçte olsa bekleyecek. Bahtiyar bir süre devam ettikten sonra sis yüzünden kenara çekiyor. 1 saat kadar kestirdikten sonra Viyana yoluna çıkıyoruz. Gece 4 gibi Viyana' ya ulaşıyoruz, Orkun bizi hala ayakta bekliyor. Hatta sokağa çoktan inmiş bile, yolumuza atlıyor. Çok seviniyoruz. Orkun, yolculuğumuz boyunca gördüğümüz Ali, Tuğba, Xhristina, Eleni , Yasin, Burak ve Didem' den sonra 8inci arkadaşımız. Budapeşte'de biri daha var bizi bekleyen.

1 Ekim 2011 Cumartesi

bahtiyar / 15.gün


Uzun bir aradan sonra rahat bir yatakta uyku uyudum. 09:00 civarında telefonun alarmıyla uyandım erkenden denize girmek için. Olcay'ı uyandırdım, gittikm sahile, su buz gibi, hava rüzgarlı, deniz dalgalı. Direk geri döndük. Eşyalarımızı toplayıp arabaya yerleştirdik. Olcay ve Uğur'un gidiş yolunda içtikleri işkembe akıllarında kalmış, geri döndük Selaniğe. Yemek faslı bittikten sonra tekrar yola çıktık, navigasyon ses çıkarmadan gıcıklık yapıyor Olcay'a, Olcay navigasyona bağırıyor, doktor önde, ben de yapacak birşey yok, uzandım biraz.

Hurdalık veya parça bulma ümidiyle ara yollardan gidiyoruz, yolda kantin yazan bir barakada durduk frape içmek için. Uğur sordu, yokmuş. Ben su almak için gittim aynı yere, 2 frape 1 bira aldım :) Biraz ilerledikten sonra bir hurdalık, hurdalığın içinde de T2 gördük. Hurdalık kapalı ama yan komşusu çok ilgilendi bizimle. Normaldir, babası Yozgat Akdağmağden'liymiş. Bizi hurdalık sahibinin diğer dükkanına kadar götürdü. Geri dönüp girdik bus'un yanına, parçalar sağlam ve güzel ama parası daha da güzel. Anlaşamayıp yola devam ettik.

Yolda aldığım bir haber hem üzdü, hem de tüm tadımı kaçırdı. Yemek yiyecek iştahım da kalmadı. Alexandroupoli'de market alışverişi yaptıktan sonra Olcay ve Uğur yemek yedi, ben arka koltuk, bira-can sıkıntısı. Elimi korkak alıştırmadım bira konusunda, tek amacım bir an önce uyumaktı. Gümrük işlemleri sonrasında uyudum, gözümü açtığımda evin sokağına gelmiştik bile. Bu da hem 15. günün hem de gezinin bitişidir.

bahtiyar / 14.gün


Sırbistan'ı tek seferde geçmek istiyoruz, mümkünse duraklamadan. Ben arkada uyumaya çalışıyorum - uyuyorum. Dayandığı yere kadar Olcay sürmüş, sonra doktor. 05:00 civarı uyandım, geçtim direksiyona. 08:00 civarı hem benzin almak, hem kahvaltı yapmak hem de sibop ayarlarını kontrol etmek için durdum. 3. silindirin sibopları sıkmaya başlamıştı, tam tahmin ettiğim gibi. Hallettikten sonra arabanın gidişinde bariz düzelme oldu. Makedonya sınırına sağ salim attık kendimizi.

Normalde Üsküp'te durmak gibi bir niyetim yoktu, Uğur başladı bir girsek, fotoğrafı çekilecek tarihi yerler vardır" demeye. Olcay'da girelim deyince girdik, çektikleri tek fotoğraf bilboard fotoğrafı oldu :) Şehirde hiçbir şey yok. Çorum / Alaca daha eğlencelidir. Bir alışveriş merkezinde durup alışveriş yaptık, aldıklarımızla şehir dışında karnımızı doyurup benzin alıp devam ettik. Alışveriş merkezindeki market görevlisi-uğur arasında ne yaşandıysa artık Uğur'dan sonra ben gittim euro bozdurmak için, kadın çığlıklar ata ata bozdu parayı.

Bu arada otoyol ücretlerine değinmek isterim. Makedonya girişinde ücret 30 drahmiydi. Euro bazında sorunca 1 euro dediler. Çok keyiflendik ucuz diye. Ne de olsa 49 ödemişliğimiz var. Devam ediyoruz, bir gişe daha. Biraz ileride bir tane daha. Alışveriş merkezinde euro'yu 61 drahmiden bozdurduk. Yani 50 cent yollarını buluyorlarmış köftehorlar. Şehirden çıktıktan sonraki ilk gişede gişe görevlisi gülümsedi bizi görünce. Hani 50 cent daha geliyor ya hesapta. 30 drahmiyi verince fena bozuldu. (Makedonya-Yunanistan sınırında, Makedonya tarafında Casinolar var, Jackpot 2.500.000 euro!)

Yunanistan sınırına girdik, görevli polis bayanın bana bakışlarını ve kaşı gözüyle ettiği imaları yazmak istemiyorum. Her zaman karşılaştığım komplimanlar. Selanik'te direk deniz kıyısına indik. En hareketli caddesinden geçtik, hemen dirseğimi çıkardım camdan. Sahil yolundan, deniz kıyısından baya bi ilerledik kalacak kamping aramak için. İzini sürdüğümüz kamping kapanmış, stüdyo daire kiraladık. Herkes eşyalarını çıkardı odaya sonra indik bahçeye, rakı-ahtapot! Bu da 14. günün sonudur.

Bu arada 05:00'dan 22:00'a kadar direksiyon salladım 14. günde. Arada molalar var mutlaka. Krusevac - Nis arasından Selaniğe. Bir günde 3 ülke geçme rekorumu yeniledim. İlki Fransa-Belçika-Hollandaydı.

bahtiyar / 13.gün


Saatin alarmı çaldığında Olcay geçti direksiyona. Ben arkada uykuya devam ettim. Uyandığımda Viyana sokaklarında fink atıyorduk. Orkun sokakta karşıladı bizi. Arabanın tepesindeki malzemeleri indirip çıktık eve. Olcay güvenlik ve kalabalıklık sebebiyle arabada yatmaya karar verdi. Ben uzun zamandan sonra ilk defa duş alabildiğim için çok mutluydum. Sabaha kadar laklak ettik Orkun'la Jagermeister eşliğinde. Uğur çoğunlukla internetteydi o esnada:) Sabah 6'da yattım, Olcay kalk borusunu 09:30'da öttürdü. Eşyalarımızı toplayıp dışarı çıktık kahvaltı etmek için. Viyana'da kahvaltı! Kulağa nasıl da hoş ve güzel geliyor değil mi? Bana da öyle geldi ilk başta, Türk börekçisine gidince gerçek dünyaya döndüm hemen. Börekçi Türk mahallesindeydi, arabayla fotoğraf çekenlerin haddi hesabı yok.

Kahvaltı sonrası şehri gezmeye çıktık. Arabayı park ettikten birkaç dakika sonra bir maket mağazası çıktı karşımıza. Çok fazla çeşit, süper modeller. Bazıları sadece Avusturya için üretilmiş. En ucuzundan birkaç tane alıp nefsimi körelttim:) Şehir merkezi güzel ama benim için çok da enteresan değil artık. Aynı yerleri turalayıp arabaya döndük. Yolda Berk'le karşılaştık, dünya küçük harbiden. Arabanın yanında Orkun ayrıldı. Rotamız Budapeşte.

Budapeşte'ye vardık, şehir merkezindeki en ünlü Casino'yu işaretledim navigasyona, bizi ipsiz sapsız bir sokağa götürdü. Bu sefer de gittiğim zamanlarda kaldığım oteli işaretledim, vardık şehir merkezine. Arabanın üstü eşya dolu, park yasağı olan yere parkettik, Olcay ve Uğur hızlıca yiyecek almaya gittiler, ben de bulduğum internet bağlantısından arkadaşım Cihan'a ulaşmaya çalıştım. Geldiler, Mc Donalds'ları hızlıca mideye indirdik. Daha doğrusu ben pipetin kağıdını açma aşamasına geldiğimde Uğur peçeteyle ağzını siliyordu. Hızlıca şehir merkezine yürüyüp alınacakları aldık, oradan Cihan'ın yanına. Çok sevindim onu gördüğüme. Sanırım o da baya bir mutlu oldu. Yarım saat filan vakit geçirebildik, o esnada silecek kolunu tamir ettim (hem de parça artırarak). Olcay Bosna Hersek-Hırvatistan üzeri gitmeyi düşünüyordu fakat Sırbistan'ın hem uluslararası karayoluna sahip olduğunu hem yolu nkısalttığını hem de iki bilmediğimiz ülke yerine tek olmasını filan anlatınca çevirdi rotayı Belgrad'a. Ben ilerleyen saatlerde direksiyona geçeceğim için uyku moduna girdim ve 13. günü bitirdim.


bahtiyar / 12.gün


Saat olarak 12. güne başladık ama hala yoldayız. Leipzig'e doğru seyirtiyoruz. Havalimanının yanından geçerken çalıştığım firmaya ait uçağı kuyruğundan tanıyıp duygulandım. Hazır gelmişken Porsche fabrikasını taciz edelim dedik, kapıya kadar gittik, almadılar haliyle. Şehir merkezinde ilerlerken Olcay ufak! bir kasise girdi. Hasar tesipiti için durduğumuzda motorun biraz yağ kaçırdığını farkettik. Bence kasisle bir ilgisi yok. İlk benzinlikte durup kısa bir tamir-bakım etkinliği yaptık.Yağ konulan boru ile hava filtre kutusunun altına giren boru arasındaki yağ buharlaşma zamazingosunun hortumundan( az bulunan belirtili nesne örneği ) yağ atmış biraz. Bir de kağıt hortumda delik vardı. Ufak ufak uğraşıp hallettik, ben geçtim direksiyona.

İlk durak Çek Cumhuriyeti tabelası oldu, hemen fotoğraf. Prag'a doğru ilerliyorum, manzara müthiş. Olamaz öyle şey! Düşünün ki sağ tarafınız orman, içinde ufak tefek evler, sol tarafınız göl, hava inceden sisli ve karşıda yavaş yavaş hava kızıllaşıyor! Hiç bu kadar keyifli bir yolda araba sürmemiştim. Sabah 5 civarı Olcay'ın aşırı ısrarlarına dayanamayarak sağa çektim ufaktan kestirmek için. Uzun zamandan sonra ilk defa açık, net ve hatırlanan rüyalar gördüm.

Devam etmek için Olcay geçti direksiyona, ben arkada rüya görme çalışmalarına devam ettim. Gözümü bir açtım ki Prag! Karışık duygular içine girdim bir anda. Mustek tarafında, Opera binasının yakınına arabayı park edip hazırlandık hemen. Üzerimizi değişip Astronomik Saat meydanında kahvaltıya gittik. Kısa bir turdan sonra Charles köprüsü üzeri Kaleye doğru yürümeye başladık. Her köşede, her sokakta ayrı anılarım depreşti. Kaleye vardık, içine girmeyip etrafından dolaştık ama tekrar farkettim ki hala bugüne kadar gördüğüm en güzel yapıdır. O kadar yokuştan sonra güzel bir bira molasını hakettik. Moladan sonra Doktor; Kafka'nın evini de ziyaret etmek için ayrıldı, merkezde de arabanın otopark fişini yenilemek için ben ayrıldım. Arabanın yanına gittiğimde 3 kişi sıra bekliyordu fotoğraf çekilmek için. Polis de onları bekliyordu arabaya ceza kesmek için :) 20 dakika geçmiş süremiz. Kronumun olmadığını, bozuk euro da olmadığı için yenileyemediğimi söyledim, sağolsun anlayışlı elemanmış, yardımcı oldu para bozdururken. Sonra cebimdeki demir eurolarla fiş aldım, farketmedi :)

Olcayla buluşup biraz hediyelik bakındık, doktor da geldi ve çıktık yola Pardubice için! Hayatımın en güzel, en dolu dolu, en eğlenceli, en hızlı, en güzel anılarla dolu 6 ayını geçirdiğim memleket! Ata toprağı benim için! Köylerin arasından, iki tarafı ağaçlı muhteşem yollardan geçerek vardık Pardubice'ye. Direk okulun arkasındaki DyDy Baba Club'a gittik. Sahibi Lukas biraz dikkatli baktı ama tanıyamadı sanırım. Malum 4 sene ve 60cm saç farkı var arada. Üzerimi değiştim, birkaç fotoğraf ve içeride anı tazelemeden sonra okul önüne gittik. Orada da birkaç fotoğraf ve iç geçirme sonrasında merkeze gittik. Tesco otoparkında Olcay ayrıldı berber için, ben Uğur'la beraber direk HanyBany'e. Önünde bir bira içmeden olmaz. Çok iç geçirdim çok! Tesco'da buluştuk tekrar, alışveriş yaptık biraz (kasiyerler meslekten soğuyup istifa hazırladılar, tahmin edin neden?). Eşyaları arabada bırakıp PataPuf'un yanında pizza yemeye gittik. Pizza dediysem 65cm çapında. Aynı zamanda internet de var, işlerimizi hallediyoruz. Sadece Uğur'un bilgisayarı girmiyor internete, garsonu gönderip yan cafe'nin şifresini sormasını rica ediyor. Bizim masayla ya da diğer tabirle Uğur'la ilgilenen garsonlardan birisi gece kendini nehire attı sanırım. Yemekler bittikten sonra arabayı getirdim meydanda, anlamlı fotoğraflar çekip video kaydettik. Bayer'de medovnik yemeye yerimiz kalmadı.

Buruk ve tekrar geleceğime dair kendi kendime söz vererek çıktım şehirden. Bu arada her ne kadar eski arkadaşlarımla görüşemesem de el sallayıp barış işareti yapanlar kurulabilecek yeni arkadaşlıkların habercisiydi :) Rota Brno üzeri Viyana. Yola çıktık, yine köy yollarından ilerliyoruz. Sis bastırdı inceden, arkada Olcay, yanımda Uğur horluyor. Hatta Uğur sohbet esnasında uyumaya başladı. Müzik açmıyorum uyanmasınlar diye, daha fazla dayanamayıp Brno'ya 100km. kala, saat 23:15'te çektim benzinliğe, saati 00:00'a kurup daldım uykuya. Bu da 12. günün bitişidir.

bahtiyar / 11.gün


Sabah 09:30'da arabanın kapısını tıkladı Olcay ve Uğur, uyandım, yola çıkış 10:45. Neden acaba:) Şehirden çıkarken 2 tane T3 Westfalia görüp selamlaştık. Rotamız direk Hannover. Kahvaltı için menü Kruvasan+kahve. Bir park yerinde duruyoruz hem kahvaltı yapmak hem de lastiği değiştirmek için. Üzerinde hala stepne vardı, sıkıntı olmasın diye tamir ettirdiğimiz yeni lastiği taktık. Kruvasan tamamen içler acısı. Mola bittikten sonra navigasyon yardımıyla devam ediyoruz yola ama fark ediyoruz ki navigasyon bizi saçma sapan yollara götürüyor. Tam gerizekalı makine. Hatta müsadenizle Garmin için yazdığım bir dörtlüğü paylaşmak isterim:

Ulan Garmin sen ne salak bir aletsin?
Asabını bozdun arabadaki herkesin
Senin yüzünden yaktığımız boşa benzin
Seni icat edenin kulağına girsin

Yaklaşık 200 km ve 3 saate yakın boşa geçen zamandan sonra çıkabildik Hollanda'dan Hannover'e doğru yardıra yardıra gidiyoruz. Benzin almaya durduğumda elinde haritayla bir kız geldi. Hangi yoldan ve nereye doğru gittiğimizi sordu. Hannover deyince elindeki haritaya bakıp A2 yol ayrımına kadar bizimle gelip gelemeyeceğini sordu. Olcay uyuyor o esnada, doktor sağda, e bir tek şöför koltuğunun arkasındaki tekli koltuk kalıyor, orada da emniyet kemeri yok gerekçesiyle kabul etmedim. O esnada doktor geldi, "bi Olcay'a soralım" dedi. Olcay uyanıp kafasını kaldırmadan "güzelse alın" dedi. Doktor tüm centilmenliğini takınıp arkada oturmayı kabul etti, haliyle "gel" dedik kıza. Gitti çantasını filan getirdi, kuruldu sağ tarafa. Biz ne olur ne olmaz diye arabanın içindeki elektronikleri cüzdanları filan topladık, Olcay toparlandı, içecek birşeyler almaya gitti, bir anda arabanın içini heyecan ve coşku sardı. ilk otostopçumuz! Olcay içecek olarak elinde iki ufak şişe şampanyayla geldi :) Tanıştık kızla, ismi Manu, protestan ve din okulunda protestanlık üzerine okuyor. Tipini de tarif edeyim tam olsun, düz sarı saçlı, orta boylu, o sıcakta gri boğazlı kazak, ayak bileğine kadar bol bir etek, çantası tüylü inek derisi, yüzündeki ifade ketum! Heyecanın bitmesi pek kısa sürdü. Şampanya içen Olcay şişeyi yarım bırakıp devrildi yattı, kızın fotoğraflarını çeken doktor kendi haline daldı, bende taktım kulaklığı müzik dinliyorum. Yol ayrımına geldik, kıza söyledim burası diye, siz nereye devam edeceksiniz diye sordu tekrar. Hannover dedim, tamam deyip kitap okumaya devam etti. İlerliyoruz, navigasyonları Volkswagen buluşmalarının yapıldığı alana ayarladık, devam ediyoruz, bu ketum dedi ki "beni neden indirmedin?" "Ulan ketum, söyledim sana yol ayrımına geldiğimizi, inmedin ki! "Durmadınki" dedi. Biraz laf kalabalığı etti, "biz Hannover Expo Center'a gidiyoruz, istedğin yerde söyle indireyim" cevabını alınca sustu. Vardık alana, fotoğraf çektik filan, dedik ki biz Wolfsburg'a devam edicez. Kız şaşırdı tabi o kadar kısa zaman geçirdiğimize filan, yaşadığım yer buraya çok yakın bırakabilirmisiniz filan dedi, cevabımız olumsuz, peki dedi kız, Wolfsburg'a geliyor. Wolfsburg yolunu ararken yine saçmaladı Garmin, neyse ki iGo var telefonda, akşam 21:00 civarında girdik Wolfsburg'a.

Daha şehir girişinde Volkswagen'in muhteşem binalarını görüp heyecanlandık. Hemen tren istasyonuna gidip kızı sepetledik. Biraz söylendi ama biz göndermesek neredeyse İstanbul'a gelecek. Birşeyler yemek için Burger King'e gittik. Biz yemeğimizi bitirdiğimizde Uğur da sipariş verme işini tamamladı :) Eminim çalışan kızlardan bir iki tanesi ertesi gün istifa etmiştir. Kısa bir durum kritiğinden sonra gezebildiğimiz ve görebildiğimiz kadarına tamah edip devam etme kararı aldık. Volkswagen Arena, Volkswagen müzesini gördük (dışarıdan). 11. günün sonudur..