2 Ekim 2011 Pazar

olcay / 30 eylül

Deniz kıyısı bir kasabada olduğumuzdan bunu sabah erken değerlendirmek istiyorum ama deniz kıyısı çok üşütecek derecede serin. Deniz sabah erken olmasına rağmen dalgadan bulanmış. Bu hava hevesimi kaçırıyor. Bugün songünümüz. Toparlanıp Selanik' e doğru alışveriş ve yemek için yol çıkıyruz. Yarım saat içinde merkezdeyiz ve tüm gezimiz boyunca bize sıkıntı yaratan otoparkı son kez arıyoruz. Uğur ve ben soluğu hemen çorbacıda alıyoruz. Adam şaşkın, birer tabak karışık muteşem paça işkembe çorbasını indiriyoruz. Resim de çekildikten sonra, Bahtiyar' ın oturduğu restorana gidip, Bahtiyar'ın yediğinden biz de söylüyoruz kendimize. Geziden önce bıraktığım diyet arası bölümümün bugün son günü. Dolayısıyla İstanbul' a varmadan da tadacam çok şey var önümde. İstanbul' a 7-8 saatlik yolumuz var ama aracımız için yolda bulacağımız hurcacılara da uğramak istiyoruz. Bunun için otoyoldan çıkıp kasabalardan ilerlememiz gerekiyor. Vakit kaybediyoruz ama gezimiz boyunca hep konuştuğumuz hayal ettiğimiz ne parçacıları görebildik ne de hurdacılara rastlayabildik. Bahtiyar bu durumdan oldukça sıkılmış durumda, benim çokta kaygım yok. Uğur ve ben önce kasabalar arasında ilerlerken, Bahtiyar bilgisarlara, fotograf makineleri ve kameradaki resim ve görüntüleri aktarmaya çalışıyor. Yol üzerinde bulduğumuz tek hurdacıya giriyoruz. Sahibi yok ama yan komşusu bizi hurdacıyla buluşturuyor kısa sürede. Bahçede 20-25 yıldır yatan T2b panelvan var. İstediğimiz parçaları söylüyoruz. Adam bizimkileri aratmayacak derecede çakalın teki çıktı. 3-4 parçaya 200 eur istiyor. Yok klasik araba, yok ebay de ilan versem palavlarına ve yaptığı 50 eur'luk indirime tutumu yüzünden vaz geçiyoruz. Bahtiyar varelim diyor ama adamın tavrı benim en uyuz olduğum durumlardan biri. Arabamıza binip yolumuza devam ediyoruz. Selanik'ten sonra ara yollara girdiğimizden çok vakit kaybettik. Aleksandropoli' ye vardığımızda gece olmuştu bile. Geçen yıl buraya geldiğimizde uğradığımız tavernayı aradım fakat kapalıydı. Yakın yerdeki başka bir restorana otoruyoruz. Bahtiyar arabanın içinde bilgisayar başında. Uğur'la birlikte son yemeğimizi keyifle birlikte bitiriyoruz. Sınıra yaklaştıkça artık gezimizinde sona yaklaştığı belli oluyor. Yunan tarafındaki mağazadan yüklüce alışverişten sonra biraz sıkıntığı Türk gümrüğüne yaklaşıyoruz. Neden korkuyorsak artık, 2-3 şişe fazladan alkollü içeceğimiz var sadece. Son konturol noktasındaki memur işini yaparken 2 kişi veteriner olduklarını ve bir aracın kendilerini Yunan tarafında beklediğini söylüyorlar. Bu karambolde memur prosedürü anlatmaya çalışırken bizide aradan çıkarıp gönderiyor. Bu kapı artık son durağımızdı. Hava serin ve evlerimize artık Birkaç saatlik yolumuz var. Çok yorgun ama mutluyum.

Bu kadar kısa zamanda 12 ülkeyi geçmek, Vatikan' ı da sayarsanız 13 ülke eder, her zaman imrendiğim yapmak isteğim birşeydi. Aslında kendi ülkemde yabancıları gördükçe içten içe kıskandığım, kendi kendime onlar yapabiliyorlarsa ben neden bunu beceremeyim dediğimi kısmende olsa gerçekleştirmiş durumdayım. Diğer taraftandan daha başlarda bu planımızı paylaştığımız insanlarda kuşku içindeydiler. Sanırım çoğu içlerinden, sersemlere bak hem vakitleri az hemde kullandıkları araç 40 yaşında bir külüstür dediklerine eminim. Evet, şimdi 40 küsür yaşında bir araçla 15 günde avrupaya gidip gelmiş bir sersemim. Sakın hiç kimse yakınlarda bir yere geziye giderken bir şey demesin, çok fena ukalalık yaparım. Artık domestik geziler beni hiç tatmin etmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder