27 Eylül 2011 Salı

bahtiyar / 9.gün

Uzun zamandan sonra uzanarak, yastıklı-uyku tulumlu bir uykudan sonra saat 08:30 civarı uyandık. Plan kamp yerinde duş alıp, eşyalarımızı düzenleyip hemen Londra'ya gidip müzeleri, tarihi-turistik yerleri gezmekti. Kamp alanına girişte görevli teyze ilk başta fırça attı bize biraz, sanırım gece geldiğimizi kameradan izlemiş sabah, ufak bi anlaşmazlıktan sonra girdik içeri. Ama biz haklıydık. 22:30'dan sonra kamp alanına girilmezmiş, bilmiyor muymuşuz? Sanki her haftasonu kampa Londra'ya gidiyoruz..
Teferruatlı kayıt işleminden sonra içeri girdik. Herşey çok özenle hazırlanmış ve planlanmış. Araba park edilecek yerler beton kaplı, diğer her taraf yeşil. Hem girişteki nnizamiye kapısı, duşlar ve mutfak kilitli, hepsinin şifresi ayrı ayrı. Temizlik 10 üzerinden 10. Kısaca mükemmel! Çevresi tamamen ağaçlarla kaplı, orta kısımda hiç ağaç yok, bence gerek de yok çünkü içerideki her karavanda tente var. Bu arada her park kısmının yanında elektrik kutusu da var.
Aldık duşlarımızı, eşyalarımızı düzledik, kahvaltı-kahve faslını yaptık, ben debriyaj pedalını ayarladım, derken saat 13:00 oldu. Direk şehir merkezine gittik. Camden Town ilk durak oldu. Müthiş bir yer. Tam gençlik merkezi. 16:15'te buluşmak üzere dağıldık, herkes biraraya geldiğinde 16:45 olmuştu bile. Yani British Museum ve Empire War müzesi işi yalan oldu. Oradan Covent Garden'a doğru yollandık. Merkezde okuldan arkadaşım Yasin ve onun arkadaşı Burak'da katıldı bize. Normal hayatında tanıyıp görüştüğün birisiyle farklı bir yerde karşılaşmak ve zaman geçirmek muhteşem bir duygu. Biraz turaladıktan sonra bir English Pub'da vurduk biranın ve sohbetin gözüne. Her yerde sokak müzisyenleri, insanlar hiçbir durumda birbirlerine saygılarını kaybetmiyor, herkes neşeli, heryerde kahkahalar.. Çok sevdim Covent Garden'i.
Saat 20:00 civarıydı sanırım ayrıldık, Soho'dan bir emaneti alıp taksiyle arabanın yanına.. Marketten atıştırmalık birşeyler alıp yola çıkmamız 22:30 civarı.. Yol üzerinde yemek yemek için durduk, Olcay ve Uğur atıştırırken ben birikmiş yazıları yayınladım blog'da.
Manş'ı sürerek geçmek istedik, aynı zamanda zamandan da tasarruf etmiş olacaktık ama 280 euro bizi caydırdı. Geri dönüp feribot iskelesine yanaştık. İlk feribot 00:45'te. Gümrük işlemlerini hallettikten sonra polis karavanı arama bölgesine çekmemizi istedi. Tam içerdeki eşyaları toparlamaya çalışıyoruz ufaktan, arama yapacak polisi bir gördük ki!!! Orada zaman durdu! Kelimeler kifayetsiz kaldı! Abla Top Modellikten sıkılıp polisliğe başlamış. Düşünün ki uzun sarı saçlı, renkli gözlü, hafif çilli, uzun boylu, 90-60-90! Öyle böyle değil. Hem güzel, hem sempatik, hem çıtı pıtı, hem görgülü, hem dürüst, hem çalışkan.. Hatta sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı olduğuna bile eminim :) Uzatmayayım, arandıktan sonra geçtik feribot sırasına, sanırım saat 00:00 civarıydı ve 9. gün blogunun da sonu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder