27 Eylül 2011 Salı

ugur / Amsterdam-Wolfsburg-Prag

             Pazar 25.09.11 öğleye doğru Amsterdam’dayız.
Hava çok güzel, günlük güneşlik ve güleçlik, genç yaşlı demeden hemen herkes  dışarlarda. Amsterdam halkının  tamamına bir bisikleti vardır herhalde diye düşünmeden edemiyorum... Bu kadar bisikleti hiçbir Avrupa şehrinde görmemiştim. O kadar ki bizdeki katlı otomobil parklar yerine ‘’ katlı bisiklet otoparkı ‘’ bile yapmışlar. Kendilerinden emin bir şekilde yüzlerce insan çevremizde bisikletiyle geçiş yapıyor. Eminler, çünkü bazı yerlerde bisiklet yolu, otomobil yerine üstünlük sağlıyor.
            Birçok şehirde olduğu gibi günlük tarihimiz tekerrür ediyor. Kalacak yer ve otopark sorunu yaşıyoruz. Yine yok tabii. Özellikle ‘’Botel’’ de kalmak istediğimiz için, bu da sıkıntı yaratıyor. Olcay ve Bahtiyar birkaç yere soruyorlar sonuç negatif, en sonunda Olcay bir Hotele karar kılıyor, Bahti’de karavanı tercih ediyoru. Ben bütün yerlere bakılmadığını bildiğimden tekrar limana gidiyorum. Diğer iskelelere baktıktan 30’ sonra ‘’Avanti’’ adlı teknede çok da hesaplı bir fiyata yer buluyorum. Hostelworld’de de var bildiğim kadarıyla. Tavsiye ederim. Kamaralar dar olmasına rağmen bir gece için çok uygun ve keyifli bir deneyim. Hele ki görevlilerden Jesse bir harika adam. Çok sıcak yaklaşıyor ve yardımcı oluyor. Diğer ziyaretçiler de  çok memnun zaten. Harita üzerinde biraz konuştuktan sonra çıkıyor ve Bahti-Olcayla buluşuyorum. İkinci el pazarı kurulmuş karşımıza çıkan ilk meydanda. Çok kıymetli parçalar bulunabilir. Koleksiyoner ve hatıra avcısı birkaç dostumuza duyrulur!!
          Ardından ayrılıyoruz. Birkaç blok ötede meşhur ‘’Red Line’’ başlıyor. Burası bu konuda kimin ne ararsa bulabileceği bir yer. Müzesinden alışveriş dükkanlarına kadar. Büyük de bir sex turizm aracı haline gelmiş. Birçok turist grubunu getirip gezdiriyorlar. Oradaki kısa gezintinin ardından ana meydandayım. Birçok Avrupa şehri gibi ihtişamlı büyük tarihi binalarla çevrilmiş. Sokak müzisyenleri ile oradan oraya koşup fotoğraf çeken yüzlerce insanıyla beraber. Bu arada alel acele bişeyler atıştırıp, İkinci Dünya Savaşının tuttuğu günlükleriyle simge isimlerinden olan ve 1945 de toplama kampında genç yaşta tifüsden ölen Anna Frank 'ın  evine koşturuyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi zamanımız şehir içlerinde hostel ve otopark araştırmakla geçip en verimli saatleri bu işlere harcayınca saat 17.00’yi buluyor ben gidince. Kapıda onlarca insan bekleşiyor. Görevliye soruyorum durumu. İçerisi çok kalabalık olduğu için görevliler pek almak istemiyorlar içeri. Kalabalıktan gezmeniz pek mümkün değil cevabını alıyorum. Başta niyetleniyorum sonra vaz geçiyorum.
          Birkaç müze ve tarihi yapıyı geziyorum hızlıca, bol bol da fotoğraf çekiyorum. Bir fotoğrafçı arkadaşımın konsept Bisiklet-Amsterdam fotoğraflarını neden odyovizyon gösterisi haline getirdiğini şimdi anlıyorum. O kadar güzel fotoğraf kareleri yakalanıyor ki. Tabii yola dijtal kompakt fotoğraf makinamla devam etmek zorundayım. Bütün makaralarımı boşalttım. Film arıyorum. Sorduğum yerler yüzüme ebleh ebleh bakıyorlar fotoğraf filmi mi?? diye... Çıkarttıkları filmler ise 08 son kullanma tarihli Kodachromelar... Teşekkür edip ayrılıyorum. Belki haklılar bu kadar filmde direnmemenin zamanı geldi galiba...
          Gece hayatı da çok hareketli gündüz gibi. Yolda gördüğüm bir metaliciye mekan soruyorum ‘’ the Cave ‘’ diyor. Gittiğimde görüyorum ki bizim DoRock bu mekanı tabuta paket yapar ardından kanalizasyona sallar... Fazla oyalanmadan Avanti ye geri dönüyorum. Diğer yolcular ile kısa bir sohbetin ardından kamarama çekilip yatıyorum.
Sabah 09-10 gibi yolculuk var. Hedef Wolfsburg...
Buluşma saatimiz sabah 09.30’u buluyor. Limandan ayrılışımız 11’i Amsterdam’dan çıkışımız 13.00 oluyor. Planlarımıza göre akşamüstü Hanovver’ de olmayı bekliyoruz. Erken çıkılması dahilinde Wolfsburg’ mesai saatlerinde gitmeyi planlıyorduk ama olmayacağını yolda fark ediyoruz stresli bir şekilde.
               Birkaç kez yaşadığımız navigasyon problemi yine musallat oluyor. Ana yoldan ayrılıp köy yollarına sapıyoruz. Evet o yerleşim alanlarını görmek oldukça keyiflendiriyor. Dinginlik,yeşillik ve bolluğuyla. Ama yaklaşık 3 saat sadece Hanovver yolunda kaybediyoruz. 3 saat harcayıp haritaya göre 28 km. İlerleyebiliyoruz. Bu da bizi sinirlendiriyor haliyle. Benzinden de yediği için bir benzinciye çekip benzin alacağız. Bu arada adının Manu olduğunu öğrendiğimiz Teoloji öğrencisi protestan bir kız bizimle ilk ayrıma kadar gelmek istiyor. Kabul ediyoruz ve 4 kişi devam ediyoruz Hanovver’ e doğru.
Hanovver’ de fazla vakit kaybetmiyoruz. Volkswagen buluşma noktasında bir fotoğraf çektikten sonra yola devam. Yine navigatör problemi yakamızı bırakmıyor ve yol çalışmaları olduğundan bizi 10 km lik bir çapta çevremizde döndürüyor bir süre daha. Ana arterlerden gidiş sıkınılı olacağından yan yollara yöneliyoruz. Biraz kuzeye doğru yönlenip köy yollarından bağlanmayı düşünüyoruz. Yine biraz daha zaman kaybı olsa da bu yolla Wolfsburg’ a varıyoruz. Önce Manu’yu tren istasyona bırakıyoruz. Saat 21.30 gibi. Canımız sıkkın, motivasyonumuz bozuk. Saatleri bir hiç yüzünden boşa harcamışız. Oysa erken şehre varıp VW Müzesini gezmeyi planlıyorduk belki de biraz yedek parça bulabilirdik, olmadı. Bir burgercide önce karnımızı doyurduk. Ardından 34 plakayı görüp gelen gurbetçi bir iki kişiyle iki lafın belini kırdıktan sonra Wolfsburg VolksWagen Arena önüne çektik karavanı. Bu anı da ölümsüzleştirmenin ardından yola düştü yine 3 kişi.
          Önce Leipzig.
Şehre girişte önce Porche fabrikasına uğradık. Gece çok geç vakit olduğu için uzaktan bir iki kare alıyor ve şehir merkezine uzanıyoruz. Bir iki tur attıktan sonra arabanın yağ eksilttiğini fark ediyor ve bir benzinlikte es veriyoruz. Bir şey bulamadık olsa olsa yağın inceliğine ve motorun bugün ara yollarda zorlanmasına bağlıyoruz bu durumu.
Yola devam. 1-2 saat gidişin ardından bir benzinlikte ihtiyaç molası veriyoruz. Dönüşte nahoş bir sürpriz bizi bekliyor. Gecenin 03.30’u ve polis karavanın çevresinde. Meğerse ‘’ Engelli Park Yeri ’’ ne park etmişiz yanlışlıkla. Pasaport, belge, ruhsat kontrolünün ardından 35 Euro yu bayılıp bu gazla kontağı çevirip devam diyoruz.
          Ben bir süre sonra arkaya transfer oluyor ve günlük yazımına devam ediyorum. Uyandığımda saat 08.00
Bahtiyle Olcay önde uyur buluyorum. Bir car-parktayız. 50 km kadar var Prag’a. 10.00 gibi Kafka’nın şehrine geliyoruz. Orta okul yıllarımda kardeş-okul ziyareti için Almanya’ya gitmiştik. Aklımda yer etmiş Avrupa kentleri içinde en önde geleniydi. Şu an Dublin’den sonra gelse de tekrar bu kente olmak mutluluk veriyor bana. Zamanımız dar. Önce ana meydanda bir kahvaltının ardından hemen yanımızdaki harikulade bir yapı olan Astronomi saati’nin yanına dikiliyoruz yüzlerce insanla beraber. Saatler 11 i gösterdiğinde İskelet çanı çalıyor, kuklalar camlardan kendini gösterip en sonunda en üst balkondan hoş trompet nağmeleri duyuyoruz. Herkes mutlu bir şekilde alkış tutuyor. Sonra köprülere varıyoruz. Şehri buradan izlemek anlatılmaz bir keyif ile dolduruyor insanın içini. Yalnız güneş tam tepede olduğundan istediğim fotoğrafları çekemiyorum. Şehrin diğer tarafına geçip tepeye Saray’a doğru yönleniyoruz. Burada kısa bir molanın ardından ben Golden Line’ a Kafka’nın sokağına yönleniyorum. Olcayla Bahti önden karavana gidiyorlar. Ben de o sokakta hem eski Çek ev örneklerini gezip, Kafkanın çalışma odasını gördükten sonra biraz daha fotoğraf çekip inişe geçiyorum. Zamansızlıktan oyuncak müzesini bir sonraki sefere erteliyorum. 15.00 gibi karavanın önünde buluşuyoruz.
Önce Pardubice arıdndan Bruno ve sonrasında Orkun’la kahve içmek için Viyana...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder