27 Eylül 2011 Salı

ugur / Londra 2. sefer

                Heathrow’dan karavanı bıraktığımız Picadilly çevresindeki otoparka dönüyoruz 3 gün için 90 paund bayılmak koyuyor tabii. Ardından bir markete gidiyoruz hazır yiyecek bölümünden Bahti sandviç, olcayla ben makarna alıp, Ali Dayının ‘’Garmin’’ine güvenerek kamp alanı arıyoruz. Garmin, Bahtiyi şaşırtacak ölçüde çok güzel bir kamp alanına götürüyor bizi Londara ortasında gece giriş yok yanındaki normal otoparka çekiyoruz karavanı. Yorgunluktan bitap durumdayız 5 gündür de duş almamışız. Çimenlere oturup birer duble Tekirdağ eşliğinde  yemeklerimizi tüketiyoruz. Ardından karavana çekilip tavanı kaldırıp Bahti üst katta,  Olcay şöför mahalinde ben de arkada (boy yüzünden)  uykuya dalıyoruz.
Sabah 08.30 uyanış        
                    Hemen kamp alanına gidiyoruz. Mekanın adı Lee Valley... (Hey kampçılar hemen girip bakın google’dan!!). Yemyeşil çimler etrafı izole, oldukça sessiz. Hem de bu kadar şehre yakınken. 2-3 saatliğine giriş yapıyoruz. Hemen duşa koşuyorum. İlaç gibi geliyor, hem de nasıl... Çantaları düzenlemeye başlıyoruz. Eski giysi ve iç çamaşırlardan bir kısmını yer açmak için atıyoruz. Toparlandıktan sonra motor doğru şehir merkezine. Kings Cross da otoparka karavanı bıraktıktan sonra metro ile yola devam ediyoruz. Metro haritasına baktığında oldukça fazla kafa yorabilirsin. Bölgelere ayrılmış olan Londra da yer altından örümcek ağları gibi birbirine bağlanmış. İstanbulda ki gibi şerit halinde değil. İlk durak ‘’Camden Town’’. Şöyle tasavvur et kafanda; bir parça izole olmuş, toplumdan farklı insanların bölgesi gibi. Yolda yüzlerce metalci, Gothic, Punkçı ile gidiyorsun. Jameikalı, Meksikalı, Nijerlisi tezgah açmış ya yemek yada başka bişey satıyor. Çarşıda dolanıyoruz  dükkan sahibi ve çalışan o kadar çok Türk var ki... 2.Dünya savaşı malzemeleri satan bir dükkanı gezerken yanda ismini bilmediğim ama son dönem Türk popüler pop parçalarından biri çalarken tokat yemiş gibi oldum. Çarşıdan güzel bir eski ( sanırsam 60 lı yıllar) VW reklamı baskılı  levha bulup aldım. Ardından British Museum’ a gitmek için hamle yaptık ki saatin 16.00 ya doğru gelmekte olduğunu fark edince sanat aktivitelerini kenara bıraktık. Tabii burada Ahmocan’ın ta parmağı oldu. ( seviyoruz seni Ahmo ) Bu arada Bahti’nin arkadaşı Yasin ve Burak  geldiler. Onlarla birkaç saat geçirdik. Keyifli elemanlarmış, okuyorlarsa selam olsun onlara.
              Vakit ilerleyince artık Londra’ dan volta almanın zamanı geldiğini anlıyoruz. Yol uzun. Önce yiyecek bişeyler ve gemi için stok yapıp devam ediyor karavan yola. Şu metinleri yolda yazmaktayım. Dover’a pek bişey kalmadı. Eğer direkt sefer varsa tabii tercih Amsterdam olacak. Yoksa Fransa üzerinden Belçika ve Hollanda.
             Dover’a ulaşıyoruz. Seçeneğimizi Calais olarak belirleyip yola devam ediyoruz. Belçika’ya kadar sorun yok. Burada sis  bastırıyor ve 1-1,5 saat zorunlu dinlenme molası veriyoruz.  Bahtiyarın hakkını da vermek gerekli direksiyonu oldukça iyi sorunsuz devam ediyoruz ve sabah 08.30 gibi Hollanda’ ya giriş yapıldı. 24 saatte 4 ülke.  Şu an yoldayız ve yanımızdan bir sürü klasik otomobil geçmekte. İlk fırsatta kontrol edip olası bir buluşmaya dahil olmaya çalışacağız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder