19 Eylül 2011 Pazartesi

ugur / Roma-Livorno-Pisa

  Akşam 21.00 gibi herhalde,
             Üçümüzün karavanda birlikte yatıp rahatsız bir uyku çekeceğimize bir hostel bulup en azından iki kişiyi rahat uyutmak için  araştırmaya  başladık,  biraz şehir dışında bir hostel bulduk ama çevre Harlem i bize hatırlattığı için vazgeçip şehir merkezine yöneldik. Roma Termini’nin 5 dk yürüyüş mesafesinde bir otel bulduk. Ben gece fotoğraf çekmek için ayrılacağımdan karavanda kalmayı tercih ettim.. Olcayla, Bahtiyar ayrılıp yerleştiler. Bir süre sonra Olcay çıkmış, Bahtiyar da karavana geldi, biraz lafladık ve sonra İnternet kafe aramaya başladık. Hem fotoğraf çekip hem arıyorduk hem de Colosseum u akşam tekrar görelim istedik. Kafede yarım saat -kırkbeş dk kadar oyalandıktan sonra Bahtinin uykusu geldi ve tüydü. Ben de bir iki saat kadar sokaklarda oyalandım. Söylenilenler biraz abartı. Nereye gideceğinizi bilir, merkez yollardan çok uzaklaşmazsanız gece fazla sorun yok, ama ara sokaklara dikkat derim. 1 makara film boşalttım deyip!!!! karavana geçip yattım. (sabah fark ettim ki makine  aslında sarar gibi yapıp filmi sarmamış. Kıssadan hisse bütün bir gecenin emeği çöpü boyladı) Yorulmuşum sızıp kaldım.
             Sabah 9 gibi Bahti uyandırdı. 10 a doğru şehir turuna geçtik. Hedef Colloseum...
            Yolda şunu görüyorsunuz: Taşı sıkın tarih fışkırır bu şehirden. Hükümet binası kadar etkileyici yapı azdır herhalde. Bütün ihtişamı ile yükseliyor şehrin ortasında. Karavanı arkada bir yere park edip, tabanvay ile Arenaya doğru yol aldık. Su 2 , kola 4, bira 5 Euro...Elimiz titredi gereksiz pahalılığına bu şehrin. Zaman sıkıntısı olduğu için hızlıca tarihi mekanlarda dolaştık, biraz sokak müzisyenlerini dinledik. Dönüşte ben çeşitli esnafa sorarak bir dondurmacı buldum ki, Enfesss. Benzer dondurmalar her yerde yenir ama  bu kadar sıcak ve yorgunluğa soğuk soğuk ilaç gibi geldi.
  Ardından Papa’ne yapar ne eder merak ettik o küçücük ülkesinde dedik ve Vatikan’ a yol aldık.
           Burası da uzaktan pek anlaşılmasa da meydana yani St. Pietro ya girildiğinde insanı hayran hayran baktırıyor kendine. Eski Papaların heykelleri dört bir yanda, dev Mermerler kazınan yazılar falan derken İçeri atıyoruz kendimizi, Renkli kıyafetletiyle Vatikan askerleri geçit yapıyor. Tura başlıyoruz. 320 basamaklı Basilikaya asansörsüz çıkmayı deniyoruz ki ne kadar büyük bir hata yaptığımızı yolun yarısında anlıyoruz Olcayla... Ama çok geçti bizim için, hoş Bahtiyar denedi ne oldu? Klostrofobik bir ziyaretçi, asansör ile çıkmayı deneyince anksiyetesi bırakmamış peşini ve  servis durdurulunca onun da burunundan geldi ki ayrıntıları o paylaşır.
           Şehre EN Tepeden bakmak Muhteşemdi ama.. Baş döndürücü bir güzellik buradan seyretmek şehri, 360 derece en ırak noktayı bile görebiliyorsunuz. Aşağı inip Basilikayı da gezdikten sonra, Sistin Şapelinin Pazar günleri kapalı olduğunu öğrenip Michelangelo’nun çizimlerini inceleyemeyeceğimizi (bkz. Çizimlerde, bir Şizofren nörolog’un santral sinir sistemi keşfi) öğrenince terk-i diyar eylemeye karar veriyoruz ama NaHoş bir sürpriz bizi bekliyor. Bagaj kapağı, yan sürgü ve kelebek camının oynandığını fark ediyoruz. En azından kelebeği yeniletmek şart oldu. İçeri girememişler ama bu bile keyfimizi kaçırttı bir süre... Girse sadece temiz ve kirli çamaşırları alıp giderdi herhalde. Evet böyle şeyler her yerde olabilir ve bu konuda temkinimiz hep vardı ve olasılık dahilinde idi bizim için. Bundan sonra bu kadar geniş olmayız hepsi bu.  Ardından Pisa’ya doğru yol alıyoruz. Yol, deniz kenarında yer aldığından dolayı bir gözümüz yolda diğeri denizde, bir tatil alanını gözümüze kestiriyoruz, biraz soluklandıktan sonra denize!!! Keşke yapmasaydık diyorum kendi adıma bu kadar da taşlık olmaz artık, zaten parmak arası giymiyorum ve GiyMEyeceğiM, bir de dalgalı denizde yürümek imkansız. Düşüp durduktan sonra kan revan içinde sahile varıyorum, ve doktorculuk oynuyorum batikon, pamuk ve sargı bezleri ile.... Ardından yola koyuluyoruz .
                                          Hedef Forza Livorno, Pisa...
          Kısa bir süre Bahtiyarın sürüşünün ardından biraz dinlenmesi için arkaya geçiyor sonra direksiyona geçiyorum ve benim için yolculukta çok önemli bir nokta olan Livorno’ya doğru kırıyoruz direksiyonu. Yola devam ederken uzaklarda şimşeklerin çaktığını görüyoruz ve meteoroloji uzmanı Olcay’ın dünden beri söylediği Yağmur Geliyor (bkz. Sezon 1 cnbce serbest çağrışımı ‘’’Winter is Coming ‘’’) söylemleri ile devam ediyoruz. Yolda İnternet nafile Güneş’ e yollayacağım epikriz sarktıkça sarkıyor böylece. Derken Yağmur başlıyor ki o bunaltıcı sıcaktan eser kalmıyor.
Bardak boşanırcasına yağıyor, sanki gölette gidiyoruz otoban çıkışı virajlı Yollardan sonra fonda Venceremos çalarken Livornoya giriyoruz.
Saat 22.30
         Şehirde bir tur atıyoruz önce. Bir liman ve emekçi şehri burası. Turistik bir özelliği çok yok. Sahildeki kale ve surlar gün içinde gezilebilir. Ardından stadyumu sormak için bir yer arıyoruz ki ismi Türkçe olan bir yere giriyoruz. 4-5 tane Pakistanlı karşılıyor bizi ama belli ki kafalar dumanlı. ingilizce bilmiyorlar, gözler şaşı beş bakıyor ve konuşmalar dizartrik. Gördük ve tornisatan karavan... Arkamızdan geldiler. O sırada yan dükkandi bir Türk Bahtiye ‘’aman abi ne işiniz var onlarla’’ derken 6 kişi oluyorlar. Baktık sıkıntı çıkacak gibi ,endişe yok değil!!! ama son şans atıyorum zokayı. ‘’     We’re from Turkey’’... El-Cevap: ’’’ Ooooo Muslimano  !!!!! ‘’’’ elimizi sıkıp dağılıyorlar...
Ardından Stadio Comunale’ye yol alıyoruz. Fotoğrafları çekip Livorno ambleminin altına BusWagen stickerını yapıştırıp çevresinde dolasşıyoruz. Beklentimizi karşılamıyor açıkçası. Daha bir renkli daha bir özel daha bir özgün stad bekliyorduk. Olmadı. Forma yada T-shirt satacak yer gecenin 23.30 unda olmayacağı için direksiyonu Pisa’ya çeviriyoruz.
24.00 den sonra Pisa
Dümdüz neredeyse virajsız bir yoldan sonra Pisa’ dayız. Nehrin karşılıklı iki tarafına kurulmuş bir şehir burası. Oldukça  düzenli ve temiz. Köprünün üstünden aşıp diğer tarafa geçiyoruz. Nerede bu yamuk yapı diye aranırken önce otoparkını buluyoruz. Yolun diğer tarafında başı öne eğik, mağrur bir şekilde kule göze çarpıyor.
         Işık yetersiz istediğimiz fotoğrafları çekemiyoruz sonuç suboptimal deyip biraz çevrede turladıktan sonra karavanı parkın girişine getiriyoruz. Sandviçlerimiz yapıp çayı demler demlemez, Güvenlik geliyor meğer girişi kapamışız. Ne yapıp ettiğimizi soruyor, biz de anlatıyoruz. Sonra ‘’’ Bir çay içip kalkacağız’’’ deyince  dumur içinde kalıyorlar ‘’ Bir çay mı?? !!! ‘’ adamlarda haklı kendilerince böyle gecenin 02.00 sinde karavanı çekip keyfe keder çay demleyip muhabbet eden başka birilerin görmüşlermidir bilemiyorum....!!!!
        Ve bunu görmeyenin sadece onlar olmadığını yarım saat sonra toplanıp yola koyulduğumuzda anlıyoruz. Polis yavaşça yaklaşıp pasaport kontrolü yapıyor. Dönüp duruyorlar şaşkın şaşkın çevremizde. Herhalde güvenlikçiler haber uçurmuş. İngilizce pek çok kez İtalyanlarda gördüğümüz gibi Rezalet. Zannımca aynı soruyu 2 kez sorduğunda hem laf kalabalığı hem de iş yaptığını sanıyorlar. Arka tampona bağladığımız tavuğu, BusWagen amblemini, haritayı soruyor. Anlattıklarımızdan ne kadarını anladı bilemiyorum ama 10 dk sonra geri gelip teşekkür ettikten sonra biz sağ onlar selamet.
         Ardından sabah durmamacasına tapagaz sınır. 08.00 Fransa sınırındayız. Dün gece uyurken ve yolculuk ederken o kadar üşüdük ki üstümüzde 2 şer kat  giysi var. Hava burada da farklı değil.Yağmur çiseliyor. Nehir yanımızdan akıyor dağlar dumanlı. Nefis bir manzara AMA 2. Saatteyiz 100 Euro ya yakın yola para verdik. Benzin kadar yola para veriyoruz böyle giderse Otobandan ziyade yan yolları denemeyi düşünebiliriz gibi!! Birkaç saat sonra Lyon’ a varacağız. 3000 Bakımı geldi. Motorun yağını değiştirip, buji vs kontrolünü yapacağız...
           12.30 Lyonn...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder