21 Eylül 2011 Çarşamba

olcay / 20 eylül


Yine Roma'da olduğu gibi Paris'te de geç vakitte Eyfel'e yürüyüş mesafesinde bir otele yerleştik. Bu sefer Bahtiyar karavanda kalacak. Sabah erken kalkıp dolaşma düşüncem var ama Paris'e bizden bir kaç saat önce gelen Didem'den mesaj alıyorum. Bahtiyar'a gidip bakana kadar gelmiş bile. Koca gün Paris'teyiz. Didem'le ilk önce Eyfel yanında fransız kuruvasanıyla kahvaltı yapıp söylene söylene, aksıra tıksıra Eyfel'in altıyüz küsür basamaklı yarı seviyesine kadar bir solukta çıkıyoruz. Sabah serinlinliğinde beni oldukça terletti. İç kısımda terimizi kuruturken bir yandan da laflayıp kahve içiyoruz. Vaktimiz pek olmadığından çabucak panaromik turdan sonra, 5 dakika 23 saniyede bir çırpıda yere doğru merdivenlerden iniyoruz pek çok çektiğimiz fotograflarla birlikte. Didem, Paris' te doğup uzunca bir süre burada yaşadığından etrafı karış karış biliyor ve sıkılmadan rehberlik ediyor. Yalnız anahtarlarını almak için bir süreliğine ayrımak zorunda. Metro sistemini ve mezarlığı tarif ettikten sonra gidiyor. 5-6 durak sonra metro çıkışındaki ünlü mezarlığa ulaşıyoruz. Hemen girişte bir bayan mezarlık haritası satıyor, alıyoruz tabiki. Çünkü vakit sınırlı. Bugün görmek istediğim sadece Jim Morrison var nedense. Mezarı bir 3-4 mezarın arasına sıkıştırılmış gibi, kalabalık ve bariyerler var. Kısa bir video ve fotograflarını çektikten sonra çıkışa doğru gidiyorum fakat başka bir metro istasyonunda sözleştiğim Didem birden karşıma çıkıp şaşırtıyor. İstanbul'un ulaşımı olsa herhalde akşam için sözleşirdik. Hemen kalan vaktimizi de değerlendirmek üzere ilk önce yemek için bir restorana götürüyor. Muteşem midyeli bir yemek. Kara orta boy bir tencere ağzına kadar midye dolu. Yanında da kırmızı şarap. Midem ve keyfim bayram ediyor. Uzun zamandır bu kadar lezzetli yememiştim. Şarap onlara göre vasattır sanırım ama bizim gibi genelde şaraba ağzı bozuk olana en iyisi gibi geliyor. Dükkanda şişesi 3 euro, 1 şişe alana 2. de bedava. Dönüşte alacak çok şişe var. Yemek sonrasında Notr Dam kilisesi. Çok yürüdük, oldukça yorgunum. Bahçesinde oturmayı tercih ediyorum sadece. Oldukça kalabalık, burada da içeriye uzunca sıra var. Biraz dinlendikten sonra bir koşu karavanı bıraktığımız sokağa gidiyoruz. Sağ arka lastik yarısına kadar inmiş durumda. Bahtiyar, hemen değiştiriyor. Vida batmış. 5 gibi yola çıkarız yize düşündük ama yine gecikiyoruz. Ayrıca bakımda yapmadık hala. Didem tanıdıklarına tamirhane soruyor. Yakındaki bir yere gidiyoruz yağ var ama değiştirmeye bile randevü olmadan yapmam diyor “usta”. Neyse, bir benzinlikten yağ aldık ve yola koyuluyoruz. Rotamız Büyük Krallığa geçiş için Calais limanı. Yaklaşık 300 km yolumuz var. Bakımı sonraya bırakıp, 00:30 gibi Calais limanındayız. Biletleri alıp, pasaport konturolüne gidiyoruz hemen. C tipi iş vizelerimiz olduğundan pek oyalamıyorlar ama aracımız ve vizelerimiz tam ters orantılı. 01:50 de feribot kalkacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder