27 Eylül 2011 Salı

olcay / 24 eylül


Sabah 8 gibi kalkıyoruz. Hava çok güzel, otopark neredeyse araçlarla dolmuş. Çevrede karavan kampından başka; golf sahası, havuz, sinema vs var. Hemen karavan kampın ofisine gidiyoruz. Geç geldiğimiz 2-3 saat konaklamak istediğimiz belirtiyoruz ama tipik ingiliz soğun yaşlıca kadını akşam 10 da kapı kapanıyor, kuralları bilimiyormusunuz diyor. Gayet iyi bildiğimizi ama Londra' da güvenli park alanı bulamadığımızı ve çok yorgun olduğumuzu belittik. Kadın hala aksilik peşinde ama bu 2-3 saat için tüm günlük ödeme yapacağımız söyleyince arkasındaki adama danışıp bizi içeri alıyor. Sersem kadın, bir günaydın, hoşgeldiniz bile demedi. Kamp alanına hayran kalıyoruz ama kadının tavrı ve aksiliğini de hiç sindiremiyorum. Ekranda gösterdikleri yere gidip kurallara uygun park ediyoruz. Şimdi işimiz sıcak bir duş alıp, temiz çamaşır ve kıyafetler giymek. 1-2 saat içinde toparlanıyoruz. Bu arada debriyaj çok yüksekte kavrıyor, biraz düşürmek için kurcalıyoruz ama dahaa da yükseliyor. Ama daha öncesinde silkeliyerek kalkış yapıyordu, şimdi ise daha çok rahat. Fakat debriyajın yüksekliğine alışmak zaman alacak. İngiltere' ye giriş yaptığımızdan beri karavanı ben kullanıyorum. Artık daha çok alıştım trafiğin akışına. Saat 12 ye doğru Lee Valley'den qayrılık merkeze yakın bit metro istasyonu bulup park etmek. 4. zone'da olduğumuzdan merkeze ulaşmak zor değil. Bir trafikte dolanarak King's Cross yakınında bir otopark buluyoruz. King's Cross ana tren istasyonlarından birisi. Kuzeye ve İskoçya'ya trenler buradan kalkıyor. 1. ve 2. zone'lar için günlük bilet alıp bir aktarma yaparak Camden Town' a gidiyoruz. Burası haftasonları oldukça kalabalık olur. Sokakları çok hareketli alışveriş yapacak, yemek yiyecek çok alternetif var. Her çeşit insandan başka klasik İngiliz punklarına yolda rastlamak mümkün. Sağlı sollu dükkan ve tezgahlarda ilgi çekici çok turistik ürün var. Ben pek önemsemiyorum. Benim aklım Camden Dock çevresindeki sokaktaki yemek satanlarda. Çin, Jamaika, İtalyan vs vs. yemek için seçenek çok. Daha çocukları götürmek istediğim yerler var ama vakitte çok geç oluyor. Metro girişinde öğleden sonra 3:30 da bir araya geliyoruz. Artık Bahtiyar ve Uğur tekrar Londra'ya geldiklerinde kendileri giderler. Gidecek, görecek özellikle çok müze var. Başta British Museum, Imperyal War Museum, National Gallery, Tate Modern aklıma ilk gelenler.
Yine Soho gitmek için metroya biniyoruz. Hafta sonu olduğundan metro tünelleri çok kalabalık fakat kısa sürede Lecister Square'dan yukarıya çıkıyoruz. Navigasyondan Ahmet' in karavanı için Ali Abi'nin bir arkadaşına gideceğiz ilk önce. 2-3 dakikada buluyoruz fakat adam akşamüzeri gelecekmiş. Bahtiyar'ın arkadaşı Yasin' de Londra'daymış. Arıyor, onlarda West End'deymişler. Yasin iş arkadaşı Burak'la birlikte yanımıza giliyorlar. Hem dolaşmak hemde birlikte birşeyler içmek için Covent Garden' a gidiyoruz. Burasıda eskiden pazar alanıymış, şimdide en önemli güzel turistik mekanlardan birisi. Mağaza, pub ve restoranlara nazaran sokak gösterileri yapanlar daha çok ilgi geçiyorlar. Kimi jonglörlük yapıyor, kimi müzisyen hatta arya söyleyenlerde var çevrede. Çokta profesyoneller. Bir pubda mola veri uzunca bir süre laflıyoruz. 8' e doğru Ahmet'in malzemeleri için tekrar Soho'ya dönüp, oradan da minicab'a (taksi ama dolaşmıyor) binip otoparka gidiyoru. Yol üzeri biraz yiyecek alışverişinden sonra Dover' a doğru yola çıkıyoruz. Gece 00:20 de vardığımız limandan hemen 00:45 feribotuyla ayrılıyoruz, feribot oldukça sakin. Birbuçuk saat sonra tekrar Fransa'dayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder